Ben Nur Yerlitaş’ın, Instagram, Facebook vs. gibi sosyal medya sitelerinde bu kadar popüler olduğundan haberi var mı, onu merak ediyorum. Jüri üyesi olduğu programda kıyafetleri beğenmediği zaman yüzünü hafif ekşitiyormuş. Ekşitmez olaymış! Kim çıkardıysa ona sinirleniyorum çünkü insanlar bir şeye güldükleri zaman buna aylarca gülebiliyorlar ve bu durumu fazlasıyla abartabiliyorlar. Ben gerçekten çok sıkıldım her kadın fotoğrafına yapıştırılmış Nur Yerlitaş suratı görmekten. Anladık, gerçekten komik ama bir durun kardeşim ya. Günde 10 tane farklı caps görüyorum. Bu ne bolluk? Hayır, bazıları komik bile değil ama bazı insanlar sırf Nur diye gülüyorlar.
Sosyal medyayı çok seviyorum. Düzgün kullanıldığı zaman çok faydalı bir şey olduğunu düşünüyorum ama bir de bunu abartanlar veya abartılan konular var. Mesela son günlerde en fenomen olan şey Nur Yerlitaş resimleri. Nur Yerlitaş’ın yüzünü ekşittiği bir fotoğrafının farklı ortamlardaki farklı bedenlere montajlanmasıyla elde edilen caps’lerden ilk birkaçı bana da komik gelmişti, bunlara ben de gülmüştüm. Ama artık saçma sapan, uyan uymayan her yere koydukları için gına gelmeye başladı. Bir şeyi de abartmayın ya. 3 gün güldünüz, yeter! Daha ne istiyorsunuz ki artık?
Ben Nur Yerlitaş’ın, Instagram, Facebook vs. gibi sosyal medya sitelerinde bu kadar popüler olduğundan haberi var mı, onu merak ediyorum. Jüri üyesi olduğu programda kıyafetleri beğenmediği zaman yüzünü hafif ekşitiyormuş. Ekşitmez olaymış! Kim çıkardıysa ona sinirleniyorum çünkü insanlar bir şeye güldükleri zaman buna aylarca gülebiliyorlar ve bu durumu fazlasıyla abartabiliyorlar. Ben gerçekten çok sıkıldım her kadın fotoğrafına yapıştırılmış Nur Yerlitaş suratı görmekten. Anladık, gerçekten komik ama bir durun kardeşim ya. Günde 10 tane farklı caps görüyorum. Bu ne bolluk? Hayır, bazıları komik bile değil ama bazı insanlar sırf Nur diye gülüyorlar.
0 Yorumlar
İster et sevin, ister sevmeyin. İster dindar olun, ister olmayın ama kabul etmeniz gereken bir şey var. Komik bir kitaptaki uyduruk bir hikâyede geçen bir karakter uğruna her yıl binlerce güzelim kuzunun, dananın, koyunun, devenin kesilmesi bayram olarak değil, İslam âleminin bir katliamı olarak anılmalıdır! Her yer kan kokuyor. Her yerde vahşice katledilen hayvanların iç organları, kulaklarda kesilirken çıkardıkları acı sesler… Ben hatırlıyorum, küçükken, bazı akrabalarım kurban bayramında kurban kesilirken, hayvanın bunu anladığını, sakinleştiğini ve kesilirken acı çekmediğini söyler dururlardır. Bir kere izlemiştim canlı canlı bir hayvan kesilirken. Hayvan zorlukla yere yatırıldıktan sonra ‘Allahuekber’ nidalarıyla boynundan kesilmişti. Sonra zorla nefes almaya çalışmıştı, her yer onun çığlıklarıyla dolmuştu. Biraz daha yaşam mücadelesi verdikten ve kafası tamamen vücudundan ayrıldıktan sonra son nefesini vermişti. 2 hafta kendime gelemedim, hep ağladım durdum. Şekli şemalini bilmediğimiz, varlığından bile şüphe duyulan bir varlık uğruna tatlı tatlı kuzuları, bir şekilde sevimli bulduğum inekleri nasıl keserlerdi? Sevgili okurlarım, size bir hafta olsun şöyle tatlı tatlı, şeker şeylerden, havadan sudan falan bahsetmek istiyorum ama gün geçmiyor ki şu ülkede can sıkıcı, saçma sapan, zekâdan yoksun olaylar olmasın. Hayır, benim anlamadığım yıl 2014 mü, 214 mü? Orta öğretimde türban serbestliğinden bahsediyorum tabii ki! Ben etrafta zorla türban takılmış küçücük kız çocukları görmek istemiyorum. Çünkü o yaştaki bireyler kendi istekleriyle değil, ailelerin istekleriyle türban takıyorlar! İşte ben de buna son derece karşıyım. Daha hayatı çözememiş, yeni yeni gelişen bireylere anne babalarının örümcek beyinleri yüzünden türban takılması gerçekten çok fena bir durum. Bırakın efendim, kişi büyüsün, gelişsin, önce bir kendi vücudunu keşfettin, yatsın kalksın, tüm dini kitapları, onlara karşıt görüşleri bir okusun, düşünsün tartsın, ondan sonra doğru düzgün bir şekilde kapanmak istiyorsa elbette ki kapanabilir. Ama sorgulamadan etmeden bunu yapmaları zorunlu diye minik minik türbanlı kızlar görmek is-te-mi-yo-rum! O kadar! Bu hafta hem arkadaşlarımı ziyaret etmek için hem de İstanbul’un soğuk havasından kaçıp güneydoğunun hala soğumamış havasına sığınmak için beş gün boyunca Antep ve Hatay’daydım. Bu haftaki yazımda da Türkiye’nin doğu illeri hakkındaki genel görüşlerimi ve bu illerin şu anki durumlarını sizlere ilk gözden aktarmak istedim. İlk göz ben oluyorum, gördüğüm için tabii ki. Ay bir kere çok da fazla gelişmemiş olduğu havaalanından belli. Ayol küçük olmasını geçtim ama çok da sakin olmayan bir havaalanı için o nasıl bir binadır yahu? Hayır, uçaktan inip terminale yürüyerek gidilmesi de cabası. Ama uçaktan inerken bile doğuya geldiğimiz hemen anlaşılıyordu. Daha uçak durmadan piste iner inmez insanlar neden kemerlerini hemen çıkarıp koridora diziliyorlar anlamış değilim. Eninde sonunda uçağın yanaşmasını beklemeyecek misin? Bekleyeceksin! E o zaman, nedir bu acele? Ay şiştim vallahi! Her gün bu kadının suratını görmekten ve saçma sapan, zekâdan yoksun konuşmalarını duymaktan gerçekten şiştim. O çıkınca bir sinir harbiyle televizyon kumandasına sarılıp kanal değiştiriyorum. Ahlakçı ahlakçı konuşmalarıyla günlerdir beni çileden çıkardığı, Gülşen’e, ona buna laf söylediği yetmiyormuş gibi bir de şimdi Lady Gaga ve onun konserine gidenlere takmış kafayı. Ne imiş efendim? Lady Gaga, Birleşik Arap Emirlikleri’nde nasıl giyindiyse Türkiye’de de öyle giyinsinmiş de, burası da Müslüman bir ülkeymiş de bilmem ne. Ay ben anlamadım bizim neremiz müslüman? Nişantaşı’nda falan hiç görmüyorum ben, nereden uyduruyor bunları? Neyse, işin şakası bir yana gerçekten Niran Ünsal bence kafasına darbe falan yedi. Yoksa bu kadar mantıksız konuşamaz bir insan. Yahu, orasıyla burası bir mi? Hangi kafayı yaşıyorsun kızım sen? Türkiye burası Türkiye! Hani İslam dininin arkasına sığınıp tüm ülkeyi soyanların, afedersin ama tam anlamıyla ülkenin içine edenlerin yeri burası. Hangi İslam’dan bahsediyorsun sen? Yeter artık! Yeter! Milyon dolarlar kazanacağınız projeler için ucuza işçiler çalıştırıyorsunuz, o da yetmiyormuş gibi bir de gerekli önlemleri almıyorsunuz. Kaza olunca pişkinlik yapıp suçu üstlenmemeniz ise cabası! Torunlar İnşaat’ın Mecidiyeköy’deki rezidans inşaatında asansör “kazası” sonucu 10 işçi yaşamını yitirdi. Bu ne biçim bir vurdumduymazlık? Bu nasıl bir ihmalkârlık? Daha Soma’nın ve nice kazanın acısını unutamamışken 10 kişiyi daha kaybetmenin acısı eklendi üstüne. İşçilerin çalışma koşulları konusunda acilen sıkı değişiklikler ve iyileştirmeler yapılması gerekiyor. Önlemler konusunda en baştan şartlar konulması gerekiyor. Bu şekilde devam etmemeli? Daha kaç kişiyi kaybetmemiz gerekiyor bir şeylerin değişmesi için? Daha kaç olay gerekiyor? Sadece Ağustos ayında 158 işçi hayatını kaybetmişken hükümet nasıl elleri kolları bağlı mal gibi oturur? Geçen gün çok samimi Ermeni bir arkadaşımı ziyaret etmek için Şişli’nin Tatavla, bugün bilinen adıyla Kurtuluş semtine gittim. Osmanbey metrosundan indikten sonra 5-10 dakika içinde kendinizi Türkiye’den çok farklı bir ortamda buluyorsunuz. Tatlı mı tatlı aksanlarıyla Türkçe konuşan Rumlar, Ermeniler, diledikleri gibi giyinen translar, konuştukları zaman mantar kafaların delici bakışlarına maruz kalmayan geyler ve dahası. Böylesine farklılıkları bir arada barındırabilen bir semt Tatavla. Ben eski adı olan Tatavla’yı kullanmayı daha çok seviyorum zira Kurtuluş isminin neden verildiğini duyduktan sonra bu isme karşı bir antipati beslemeye başladım. Zamanında burada yaşayan azınlıkları kovduktan sonra buraya onlardan ‘kurtuldukları’ için Kurtuluş ismini vermişler. Ne kadar acı, ne kadar bağnaz, ne kadar gerzekçe bir durum! Bugün senarist ve oyuncu Gülse Birsel’in annesinin cenazesi vardı. Öncelikle Gülse’ye buradan başsağlığı dilemek istiyorum. Son derece üzgün ve bitkindi cenazede doğal olarak. Fakat umuyorum ki daha fazla üzülmemek ve belki de sinirlenmemek için haberin altına yapılan yorumları okumaz. Çünkü ben okuyunca o kadar sinirlendim ki bu ülkeye binlerce kez daha lanet ettim. Yapılan olumsuz yorumlar Gülse’nin kıyafetinin kısalığınaydı. Yahu kadın orada annesinin cenazesinde, siz takıla takıla kadının kıyafetinin kısalığına mı takılıyorsunuz? Bu nasıl bir kafa? Bu nasıl bir yobazlık? Bu nasıl bir gericilik? Hava zaten bunaltıcı, kadının zaten üzüntüsü, derdi malum. Bir de “aman kısa giymeyeyim” diye mi düşünecekti? Bu ne biçim bir düşünce! Ülke olarak zaten iyiden iyiye bu yobaz kafaya gömüldüğümüz şu günlerde böylesine acı bir haberin altına yapılan bu tarz yorumlardan sonra durumun ne derece vahim olduğunu bir kez daha anladım. Bildiğiniz üzere geçen günlerde Lice’ye Mahsum Korkmaz’ın heykeli dikilmişti. Mahsum Korkmaz, Şemdinli ve Eruh’a ilk saldırıları düzenleyen PKK’lıdır. Fakat daha sonra heykelin indirilmesine karar verildi ve operasyon düzenlenerek onca direnişe rağmen heykel indirildi. Siz de Türk bayrağını indirirken iyiydi değil mi? Peki heykelin yıkılması doğru mu? O da doğru değil, elbette. PKK’nın terör örgütü listesinden çıkarılmasına ramak kala bölgedeki olaylardan dolayı 1 ölü ve birçok yaralı var. Peki, ne zaman bitecek bu çatışmalar? İnanın, ben de bilmiyorum. İki tarafın da suçu var bütün bu olanlarda. Bir kere, PKK elbette ki önemli bir isminin heykelini dikebilir. Ama dikmeden önce şehit ailelerinden gelecek tepkileri ölçüp biçmeleri gerekiyordu. Sonuçta bu insanlar nasıl onlarca kayıp verdilerse, “şehit” demek istemesem bile asker de birçok kayıp verdi. Evet, belki de binlerce masum Kürt öldü. Ama unutulmaması gerekiyor ki binlerce de masum asker öldü. TSK’nın yaptıklarının savunulacak bir tarafı yok ama aynı şekilde Kürtlerin de yaptıklarının savunulacak bir tarafı yok. Bana sakın ama sakın “Ama asker hak etti”, “Ama Kürtler öldürüldü, o yüzden silahlandı” gibi safsatalarla gelmeyin canım. Kürtlerin zalimce katledilmesi başlı başına bir hatayken PKK da aynı hataya düşüp birçok can aldı. Bunların hesabını kim verecek? 10 Ağustos 2014… Türkiye’nin kendi elleriyle ipi boynuna doladığı ve kendini astığı bir tarih daha. Bu kaçıncı intihar? Ne zaman akıllanacağız? Cumhurbaşkanları seçimlerinde malum kişi tek turda ülkemizin 12. cumhurbaşkanı oldu. Beklenen bir sonuçtu, orasını asla yadsıyamam ama istenen bir sonuç muydu? Kesinlikle hayır! CHP ve MHP’nin başarısız çatı adayı yanında HDP’nin en güçlü adayını çıkarıp %10 bile alamadığı seçimlerde böyle bir sonuç sürpriz olmadı. Şimdi 7 sene boyunca sansürlere, yasaklara ona buna alışmak zorundayız. Mantar üretiminin artacağı söyleniyor, siz de duydunuz mu? Anlayan anladı. :-) Her neyse, ben bu haftaki yazımda kendi cumhurbaşkanı adaylarımı açıklamak istiyorum. 2 kadın, 2 erkek seçtim. Bunlardan ikisi maalesef artık aramızda değil, ama diğer ikisi hala aramızda. Hatta bir tanesinin ileride mutlaka başbakan veya cumhurbaşkanı olması gerektiğini düşünüyorum. Hadi bakalım başlayalım. Bildiğiniz üzere Hadise geçtiğimiz günlerde “Tavsiye” isimli albümünü yayınladı. Albümün çıkış parçası olarak da "Nerdesin Aşkım?" isimli şarkıyı seçti ve bir de yetmezmiş gibi buna klip çekti. “Nerdesin Aşkım?” sloganını ilk olarak Cem Yılmaz’dan duymuştuk. Sonrasında ise özellikle son 2 yıldır LGBTİ Onur Yürüyüşleri’nin en sevilen sloganlarından birisi haline geldi. Durum böyle olunca da ister istemez akla şarkı yazarlarının hangisinden etkilendiği sorusu geliyor. Eğer ki LGBTİ Onur Yürüyüşleri’nden bir esinlenme varsa bundan Hadise’nin haberi var mı? Eğer haberi varsa Hadise neden bu şarkıya bu kadar berbat ve LGBTİ’den uzak bir klip çekti? Haberi var da haberi yokmuş mu gibi davranıyor? Sorular sorular… Asla cevaplanmayacak sorular… Yahu bir gün olsun şu partiden saçma sapan, böyle benim tüm tüylerimi diken diken eden bir açıklama gelmesin! Yeter ama artık! Şimdi yine başrolde başbakan yardımcısı Bülent Arınç ve muhteşem (!) sözleri var. Demiş ki “Kadın iffetli olmalı, öyle ortalıkta kahkaha atmamalı”. Yahu be kardeşim, yıl olmuş 2014, bizim uğraştığımız şeylere bak! Kadın kahkaha atmamalıymış! Sebep ne pardon? SEBEP NE? Hala kadınlar şöyle yapmalı, böyle olmalı, erkekler bunu bunu yapmalı gibi açıklamalarla uğraşmak yerine daha önemli işlerle uğraşsalar nerelerde olurduk şimdi kim bilir? Hayır, sinirlenmeyeyim, duymayayım diyorum ama olmuyor. Arınç’a tepki olsun diye birçok kişi kahkaha atarken çekilmiş fotoğraf ve videolarını yayınladı. Gayet yerinde bir protesto olmuş gerçekten. Ben de minicik eteğim ve sarı kolsuz bluzumla sokakta kahkaha ata ata gezmezsem bana da Yosun demesinler! Bizi sözde yöneten insanlardan böyle açıklamalar gelince öyle geriliyorum ki anlatamam size sevgili okurlar. Sevgili okurlarım, Mykonos tatilinden sonra yanmış ve dinlenmiş bir şekilde geri geldim. Bilgisayarımın başına oturdum ve size bu yazıyı yazmayı bir borç bildim. Bildiğiniz üzere Yonca Evcimik, yakın bir zamanda bir albüm çıkardı ve bu, birçoğumuzun hoşuna giden bir albüm oldu. Ben de tatilde dinlerken daha önce fark etmediğim bir şeyi fark ettim ve gerçekten çok merak ettim acaba bilerek mi, yoksa farkında olmadan mı yazıldı diye? Albümün çıkış parçası “Burası İstanbul”da geçen bir söz beni çok üzdü. Yonca diyor ki şarkıda: “Gündüz insanlar sokakta, çocuğu kucağında. Başka cinsler pazarlıkta, 11’den sonra”. Ne demek bu şimdi pardon? Şarkının yazarı Okay Barış’tan acil bir şekilde mantıklı bir açıklama bekliyorum! Zira eğer burada kastedilen gece seks isçiliği yapan kadınlarsa ve hele hele başka cinsler dediği trans kadınlarsa vay Okay Barış’ın haline. Hayır, hayır tehdit etmiyorum, benim ne haddime. Ama bu sözlerinden dolayı trans kadınlardan ciddi anlamda bir özür dilemesi gerekecek! Az kaldı. Cumhurbaşkanlığı seçimleri önümüzdeki ay yapılıyor. 3 tane adayımız var: Recep Tayyip Erdoğan, Ekmeleddin İhsanoğlu ve Selahattin Demirtaş. Sonuç aslında belli gibi bir şey. Bu ülkenin kültür seviyesi artmadığı sürece sonuç için heyecanlanamıyorum bile ama bu, yenilgiyi kabul etmek de değil hiçbir zaman. Malum şahsın yaptığı iyi şeyleri sürekli övüp, öldürdüğü insanları, mahvettiği hayatları, çaldığı paraları görmezden geliyorlar ama Türkiye’nin uyanma vakti geldi de geçiyor bile. Benim adayım kim diye soracak olursanız tabii ki CHP ve MHP’nin çatı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu. Tabii böyle bir ismin aday olması başlı başına yanlış, orası ayrı bir konu ama denize düşen yılana sarılır hesabı biz de İhsanoğlu’na sarılmış durumdayız. Selahattin Demirtaş’ı da seviyorum, başarılı buluyorum elbette ama Demirtaş %0,00001 ihtimalle cumhurbaşkanı olursa eğer, Kürt meselesi daha da önem ve hız kazanacak. Elbette ki doğuda yaşayan bu halkın sorunları görmezden gelinemez ama farkında olmanız da gerekiyor ki ülkenin tek sorunu bu değildir. Maalesef…
12. LGBTİ Onur Yürüyüşü’nü köşemden de duyurduğum üzere 29 Haziran Pazar günü gerçekleştirdik. 100.000 kişinin katılarak İstiklal Caddesi’ni gökkuşağına boyadığı yürüyüş polisin kendince ve korkakça kısıtlamasına rağmen coşkusundan hiçbir şey kaybetmeden devam etti. Değişik kostümler giymiş binlerce insan gökkuşağı bayrağı sallayarak ve slogan atarak yürüdü. Gerçekten çok duygusal bir gündü. Ne yanlış ne de yalnız olduğumuzu bir kez daha görmüş olduk.
CD İLKNUR | HADİ KIZIM | TIKLA İZLE Geçen hafta Trans Onur Haftası kapsamında 5. Trans Onur Yürüyüşü’nü büyük bir katılımla gerçekleştirdik. Polislerin korkaklığı yüzünden yürüyüş biraz sıkıntılı başlasa da gayet keyifli devam etti ve güzel bir şekilde sona erdi. Bu hafta da birçok etkinliğin olduğu Onur Haftası sonrasında 29 Haziran Pazar günü Taksim Tramvay durağında 17.00’da 12. LGBTI Onur Yürüyüşü için toplanıyoruz. Her yıl sayısı gittikçe artan katılımcıların bu sene Ramazan dolayısıyla azalacağı düşünülüyor ama ben öyle düşünmüyorum. Dindar da olsa, oruçlu da olsa her LGBTİ bireyin ve LGBTİ hareketini destekleyen herkesin o gün saat 17.00’da orada olması gerekiyor. Ramazan 30 gün ama yürüyüş 1 gün! Sonuçta LGBTİ bireylerin özgürleşmesi için görünür olmaları çok önemli. Her ne kadar bazıları o veya bu sebepten açılmaktan korksa da görünür LGBTİ bireylerin sayısı da az değil. İşte bize böylesine cesur insanlar lazım ki hareketin devamı gelebilsin. Bu sene 5.’si düzenlenecek olan Trans Onur Haftası kapsamında bu Pazar günü, yani 22 Haziran tarihinde tekrardan İstiklal Caddesi’ndeyiz. Özgürlük için, sesimizi duyurabilmek için!.. Bu ülkenin başında hala böyle tipsizler olduğu sürece ne kadar özgürleşebiliriz, ne kadar rahata erebiliriz bilemiyorum ama yine de ben bu tarz yürüyüşlerin görünürlük açısından çok önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü translar vardır! Ve herkesin translara alışması gerekmektedir! LGBTI’lerin arasında belki de en çok şiddet gören, en çok ayrımcılığa uğrayan bireyler olan transların görünürlüğünü bir nebze olsun arttırmak adına 5 yıl önce Trans Onur Haftası, Eşcinsel Onur Haftası’ndan ayrıldı. Bu sebepten dolayı Eşcinsel Onur Yürüyüşü’nden tam bir hafta önce şiddet gören, öldürülen, ayrımcılığa uğrayan trans arkadaşlarımız için yürüyoruz. İşsizlik pençesinde sürünen ya da insanlar tarafından öldürülen trans arkadaşlarımızın sesi maalesef ki hükümet tarafından duyulmuyor. Onlar anca başörtülü bacılarımızın arkasından bık bık ötsünler, gitsinler bu ülkeyi iyice mahvetsinler. Bir kesime tüm haklar verilip özgürleştirilirken bu ülkede trans hakları açısından ileri gitmek şöyle dursun daha da geriye gidiyoruz. Ay yeter! Günlerdir bayrak da bayrak, içim şişti valla. Anladık tamam, tarih, şehitler zart zurt bilmem ne ama bir yere kadar. Lice’deki olaylarda Türk bayrağını indirenlerin arkasından söylenmeyen kalmadı. Herkes sosyal medyada, orada burada Türk bayrağı savunucusu kesildi. Oradaki halkın insanları katledilirken kimsenin sesi çıkmadı, bir bayrak indi diye tüm ülke ayağa kalktı. Bu kadar da abartmaya gerek yok bazı şeyleri. Ne fetişmiş be kardeşim?! Kürtlerin yaptıklarını savunacak değilim. Zira onların da ne istediklerine bir karar verip bir araya gelmeleri gerekiyor. Kimi diyor ki “haklarımız tanınsın”, kimi diyor ki “Kürdistan kurulsun”. Bir birlik yok yani. Anca onu bunu dağa çağırsınlar, tek çözüm buymuş gibi sanki. Silaha silahla karşılık vermek bence günümüz çözümlerinin çok gerisinde kalıyor. Biraz daha modern ve dünyaya uygun çözümler istiyorum, bir zahmet. Tabii, bunun, devletin ne hikmetse sağlayamadığı eğitimin eksikliğinden kaynaklanıyor olması da ayrı bir durum. Bu ülke o kadar garip bir ülke ve iktidar o kadar saçma bir iktidar ki tüm suçlular neredeyse elini kolunu sallaya sallaya her yerde gezinirken küçücük bir suç yüzünden herkes Deniz Seki’nin peşine düşer oldu, onu arar oldu. Kızın yaptığı da bir şey yok. Bir sürü tecavüzcü, çocuk tacizcisi serbest bırakıldı ama konu Deniz’e gelince hemen yıllarca hapis cezası oluyor. Açlıktan bir dilim baklava çalan çocuğun cezasının, bankayı komple soyan birisininkinden daha fazla olduğu bir anayasadan ve mahkemelerden bahsediyoruz. Aslında şaşırmamak lazım yani Deniz’e olanlara ama yine de insan sinirleniyor. Polis halka deli gibi şiddet gösterirken iyi, ama Deniz Seki uyuşturucu kullandı diye kötü. Nasıl bir mantık bu ya! Adaletiniz bu kadar mı sizin? 1 yıl oldu sevgili okurlarım. Harbiye’de bir apartmanda gaza boğulalı, kan ter içinde polise direneli, sonunda parka kavuşalı, tekrar kovulalı, tekrar kavuşalı… İktidara ve mevcut sisteme vermeye çalıştığımız savaşın etkileri hala devam ediyor. Ama can kaybımız da hala devam ediyor. Berkin’e, Ali İsmal’e, Ethem’e ve daha nicelerine... Bu isimlerin ruhuna adıyorum bu 31 Mayıs’ı. Yapmamız gereken bu ülkeden kaçmak değil, aksine istediğimiz gibi bir ülke elde edebilmek için savaşmaya devam etmektir. 31 Mayıs’a 3 gün kaldı ve o gün hepimiz Taksim’e, Gezi’ye, yeni bir devrin başladığı yere gidelim. Beni takip edenler bilirler. Daha önce Beni Çıldırtan 5 Erkek başlıklı bir yazı yazmıştım. Bu hafta biraz farklı değerlendirdiğim 5 kadını yazacağım. Hepsi çok güzel ama ben yine bir sıralama yapacağım ve neden kıskandığımı biraz anlatacağım. Sıralamamı güzellikleri açısından yaptım ama tabii kıskanma sebebim sadece güzel olmaları değil. Sonuçta ben de güzelim yani. Hayır, Yıldız Tilbe’yi bile dünya güzeli olarak görenler var. E ben zaten yani, bayağı güzelim ona göre. Hayır, kendimi onunla karşılaştırmıyorum. Ne münasebet ya. O sadece başarılı bir şarkıcı. Neyse, hadi bakalım listemize 5. sıradan başlayalım.
Bu sene Eurovision’a katılmadığımız ikinci seneydi. Kendi adıma çok önemli olmasa da böylesine bir organizasyona katılmamak beni üzüyor. Katılmama sebeplerimiz açık olsa da ben yine de katılma taraftarıyım. Neticede sonuç hüsran bile olsa gayet eğlenceli bir yarışma olduğu açık. Artık eskisi kadar popüler olmayan Eurovision’un sadece eşcinseller tarafından takip edildiği söylenir durur. Bunda haklılık payı yok değil elbette. Sonuçta popüler müzik genel anlamda gey bir şey değil midir? Politikanın da işin içine karıştığı oylama sistemine karşı çıkan Türkiye’nin, son birkaç yılda berbat şarkılar ve performanslardan dolayı başarısız olduğu gerçeği nedense hiç akıllara gelmiyor. Azerbaycan’dan her sene 12 puanı kapan Türkiye her ne hikmetse Belarus Rusya’dan 12 puan alınca hazmedemiyor. Her neyse, homofobik örümcek beyinlilerle bezeli bir ülkeyi korumuyorum nihayetinde. Bu nedir yahu! Bıktım! Aynı şarkıları duymaktan gerçekten bıktım. Hele hele Sezen Aksu’nun yeniden söylenmeyen o kadar az şarkısı var ki! Yahu, etraf besteci ve söz yazarı dolu. Millet deli gibi söz yazarken nedir sizin bu eski şarkılardan istediğiniz? Yetmedi mi medet umduğunuz? Yetmedi mi bu tembellik? Evet, bildiğiniz tembellik bu. Zamanında popüler olmuş şarkıları alır da tekrar gündeme getirmeye çalışırsanız sizin yaptığınıza ‘cover’ veya yeniden yorumlamak denmez, tembellik denir! Mesela Sibel Tüzün. Gitmiş, artık Sezen’den bile dinlemekten sıkıldığımız “Kaç Yıl Geçti Aradan”ı cover yapmış, bir de gitmiş 5 tane versiyon hazırlatmış. Amaç ne? Gece kulüplerinde çalınması tabii ki! Merak etmeyin, Sibel Tüzün cover yapmamış olsaydı bile isteseler Sezen’in söylediği üzerine remix yapıp çalarlardı şarkıyı! Hayır, bir de Sibel Tüzün yıllardır bir şey yapmıyor doğru düzgün. “Kırmızı” albümünden beri oturup dinlemişliğimiz yok. Çıka çıka “Kaç Yıl Geçti Aradan” gibi mezar bir şarkıyla çıktı karşımıza. Yahu bu kadar zamanda anca bu mu çıktı? Malum, müzik piyasasındaki herkesin sadık, eşcinsel bir erkek dinleyici kitlesi vardır. Kötü bir şeyler de yapsa mutlaka severler, dinlerler, takip ederler. Hatta şu an artık hala albüm alan bir kitle varsa o da çoğunluğu eşcinsel erkeklerden oluşan bir kitledir. Yurt dışına baktığımız zaman bunun muazzam örneklerini görebiliyoruz. Mesela yeryüzünün gelmiş geçmiş en iyi sanatçısı Madonna. İlk çıkışında geylerden aldığı desteği ve şu an onu sıkı sıkıya takip eden gey kitlesinin farkında ve onlara oynamayı seviyor. Britney Spears ve Christina Aguilera gibi büyüklerin de hatırı sayılır bir gey dinleyici kitlesi bulunuyor; hiçbirininki Madonna kadar olmasa da. Bugün 23 Nisan. Öncelikle çocuklarımızın bu bayramı kutlu olsun. Ama ben maalesef bugün bayram kutlayan değil, kutlayamayan çocuklardan ve insanlardan bahsedeceğim. 23 değil 24 Nisan’dan bahsedeceğim. Yani hala yüzleşmekten korkulan Ermeni Soykırımı gerçeğinden ve bu ülkenin geçmişinde bulunan kanlı olaylardan bahsedeceğim. Evet, biz kanlı bir ülkeyiz. Bayraktan belli zaten... Şehitlerin kanıdır belki evet ama şehit verirken şehit ettiğimiz onlarca insanı unutamıyorum. 1915’te katledilen Ermenileri unutamıyorum. Sırf Ermeni oldukları için bu ülkeden gönderilmeye çalışılan insanları unutmak ne kadar kolay olabilir ki? Yüz yıl beraber yaşayan insanları birbirinden ayırmak ne demek ya? Nasıl bir mantık, nasıl bir güç dengesidir bu? Kabul edemiyorum gerçekten. Böyle bir kafayı kabul etmek is-te-mi-yo-rum! |
YOSUN PARE
|